30 Eylül 2011 Cuma

Bir Tutam Cennet - A Little Bit of Heaven

Herşey en üst düzeyde yolundayken; güzelken, güçlüyken, mutluyken, gerçekten iyi dostlara, iyi bir işe ve başarıya sahipken, aşk sorumluluğu altında olmadan ilişkiler yaşarken, bir anda herşeyinizi bir kolon kanseri yüzünden kaybedeceğinizi öğrenseniz tepkiniz ne olurdu? Ya peki Tanrı size son 3 dileğinizi sorsa?



Başrollerini Kate Hudson ve Gael Garcia Bernal' ın paylaştığı, romantik komedi ve dram filmi olarak, iyi denebilecek bir film olan "A little a bit heaven" la karşımızdalar. Bu yağmurlu Eylül akşamına uygun bir film oldu hatta. Sweet November tadında; hastalığını öğrenen bir kadının, her insanın sanırım son anlarında "keşke" dediklerini, aile ve aşk hayatını yerine oturtmaya çalışmasını,hastalık evresini, etrafındaki insanların duygularını ir nebzede, içi sızlatacak kadar anlatmaktaydı.

Filmde sorgulanacak sahneler de vardı tabii kopuk ve saçma kurgular gibi Filmi izlemeyenler için ayrıntı vermek istemediğimden buralarda susmam daha doğru sanırım. Ama dediğim gibi yağmurlu bir Eylül akşamı, yalnız (ki uzun zamandır kalmadığımı da farkedince) izlenen bir film olunca, açıklarda kapandı sanırım. Ve tabii ki müzikleri; caz dinlemeyi özleyen varsa aranızda benim gibi, daha da zevk alacaktır filmden.

Filmden bana kalanlar; Bir kaç damla gözyaşı olabilir. Hayıflanmak olabilir. Kıskanmak olabilir. Son olanlardan sonra da kanıtlandı ki; Ölmekten korkmuyorum da, yapamadıklarımın-yapmadıklarımın yarattığı o kötü duygudan korkuyorum.
Akıl vermek değil niyetim -zaten becerememekteyim de- ama ertelemeyin de. Hiç bir eylemi, hiç bir insanı.

*İçinizden 3 dilek geçirin bu gece. Gerçekten çok isteyerek. Son 3 dilekmiş gibi de özel olsun. Yüzünüzde oluşan o güzel gülümsemeyle uyumak gibisi yoktur sanırım.
**Bon Jovi geçmişim ergen dönemlerime dayanır."All about loving you" şarkısı özeldir. Kimseye adanmamış, bana ait şarkı özelliğini taşımaktadır. Birine söylemeden ölmem sanırım, ne dersiniz?


Jon bon jovi - all about loving you

Kıssadan Hisse Zamanlar - 8

Bir Rumeli şarkısına tutturdum sevgimi de gönderdim sana.
Alır mısın tam istediğim gibi?
Havada salınırken kıskanır mı kuşlar, ondan daha güzel öten sesi?
Anlar mısın sana çaldığını?
Dinlesen anlar mısın seni sardığımı
Alsan ellerine tekrar tekrar dinler misin?
Sevinir misin sana ilk kez gelmiş gibi?
İşte durmadan bunları düşünüyorum.
Nasıl yapsam? Ne etsem? Diye.
Oysa gerek yoktu bilirdim.
Sevdiysek eğer –yani sende sevdiysen beni- bizim dilimiz vardı.
Ne dersem diyeyim anlardın beni.
Şimdi tahta bir sandalyede, masaya uzanmış ellerim,
Kulağıma çalınan bir Rumeli müziği,
Masada bir defter , önümde tüten çay,
Uzaktan insanların gözüne takılan ben.
Yazıyorum cümleleri silkeliyorum tüm gücümle.
Kalmasın tek kelime aklımda.
Elbet dökülenlerden biri anlatır derdimi.
Ya biterse? Diye korkuyorum bir an.
Sonra ferahlıyorum.
Bilirim; sessizliğimde sende çok şey demekti.
Hatırlar mısın? –Peki benim gibi anar mısın?.-
__ (Özel olduğunu farkettim, yazamadım deftere bile.)
Müneccim miydin?
Yoksa iyi bir sevgili mi?
Çok konuşurduk, çok sessiz kaldığımız gibi.
Olanlar hakkında neredeyse hepsi.
Ol-acak-lar hakkında konuşmazdık hiç, düşlemezdik.
Konuşamazdık belki de.
Var mı ikinci ihtimal?
O zaman bilmiyordum ama onu bile öğrenemeyecektik hiç.
Şimdi çayımın son yudumunu alıp, bardağı bırakıyorum.
Bardağın içinden yansıyan diğer insanlara bakıyorum da.
Ne kadar bulanık, yazdıklarım gibi.
Kaldırdım kafayı, bardağı bırakıp.
Hiç tanımadığım birine gülümseyip, karıştım kalabalığa.

* Durmadan yazıyorum durmadan. Hadi bakalım hayırlısı.
** Mabel Matiz - Arafta. Mabel Matiz dinlemeye devam ediyorum.  Ama yazılarım gitgide Mabel Matiz tanıtma yazılarına dönüştü sanırım.

19 Eylül 2011 Pazartesi

Kıssadan Hisse Zamanlar - 8

----
"Salıyor ruhum kendini artık.
Başım düşüyor karşında, gözlerimi görme diye.
Bu kadar dayanabildi yüreğim acıya.
Ölüm imtihanından, adına okunmuş sela sesini duymaktan en fazla korkarım bundan sonra anca." dedi kadın. Onu son gördüğünde bir anda bu cümleler dökülmüştü. Adamın ve odanın sessizliğinde yankılanıp, tekrardan dinledi söylediklerini. Ne kadar da acı dolu ve umutsuzdu. Durmadan tekrar ettiği, artık ezbere konuştuğu,bir araya getirici cümlelerinden çok uzak. Artık yapacak bişeyi kalmayan bir insanın, hatta bir kadının tamamen arkasını döndüğünün kanıtıydı.
Neler harcamıştı oysa mutlu olmak için. Değerlerini, gelecek planlarını,yanındaki insanları.
Neleri paylaşmıştı "biz" kelimesi olabilmek için. Soluduğu nefesi, geleceğini, sonraki adımını, bedenini, hatta tüm ruhunu, mutluluklarını,acılarını...
Gitmeden bir kaç güzel kelimeyi hak edecek kadar da çok sevmişti. Ama sessizlik oldu sadece cevabı adamın. Gözlerinde başka kadın saklayıp, zamanını geçirdiği, anlam yükleyemediği, bilmeden de devam ettiği kadına verecek tek cevabı sadece sessizlikti.
Etrafa bakındı şaşkın gözlerle. Eline alıp götürebileceği tek bir anı yoktu. Dillendirilmemiş bir kaç çuval cümleyi de kim taşırdı ki? Bu kadar güçsüz kalmışken. Beklenenden fazlası olsa mutlu olabilirdi, beklenmeyen tüm bu acılarla ve başka biriyle nereye kadar ilerleyebilirlerdi ki? Dökülen gözyaşlarına buladığı bu ilişkiyi, sadece doğru olan bu, diye devam ettiren bir yüreği zaten sadece böyle bir acı akıllandırabilirdi? İlişkiler hakkında kendini deneyimli, hatta uzman sayacak o kadar insanın hatırlattığı cümleleri hatırlayıp, "evet, haklılardı. ama ben sana inandım." cümleleri de yersizdi bu saatten sonra.
Çok kez ilkleri olmuştu bu ilişkide.
İlk defa bu kadar çok sevdi.
İlk defa hiç sorgulamadan kabul etti.
İlk defa bu kadar çok inandı.
İlk defa bu kadar sessiz kaldı.
İlk defa bu kadar sessizliği dinledi.
İlk defa gitmesi gerektiği yerde gitmedi.
İlk defa bu kadar mutlu hissetti.
İlk defa bu kadar acıyı hissetti.
İlk defa değer biçti sevgisine, ömrü değerinde.
İlk defa birine ah etti, kabul olacağını bile bile.
Çıkıp giderken gözlerinin önüne düşen sahne bile, gözyaşlarını akıtmadı. Arkasını dönüp giderken, karanlığa gömdüğü adama kurduğu bu cümlelerin ne kadar da değersiz olduğunu, acıyla terbiye olmasını diledi. Sadece onu anlaması için. Sevdiği adama ne vakit bu kadar da kinlenmişti bilmiyordu. Belki aklı başındayken, belki de aklını yitirdiği bir an. Farkeder miydi? Hissettiği tek sıcaklık gözyaşlarıydı bazı geceler. Şimdi o geceleri sonlandırmak için bir adımdı bu gidiş. Sevdiği için, saygı duyduğu için. Eğer sevdiği bu adam doğru insan ise; dönüp gelecektir elbet. Geç olmadan. Ama değilse...
Tenha o sokakta yürürken, sendeleyerek;
" Bazıları gelir yoktan var eder.
  Bazıları gelir, varlığını yok eder.
  Neydi şimdi bu?"
dedi. Cümleleri katık etmek lazımdı bu zamanlarında. Hazırlıksız olsa da.
---
*Koyu renkli cümleler, defterimde son zamanlarda not aldıklarımdan ikisi. Etrafımda olanlara, hayalimdeki kurgulara kayıtsız kalamayıp her seferinde mutsuz hikayeler yazıyor gözükebilirim Sayın Okur. Ama sonlar hep sana ait. Kendin yazmış gibi. Sonunu sen yaz, kendince kelimelerle. Paylaş hatta istersen.
** Tabii ki şarkı... Yazarken Lara Fabian şarkıları eşlik ediyordu bana. "Voir un ami pleurer" . Çellonun sesini içinizde hissetmek adına, kulaklık tercih önceliğindedir. 
Not: "Je t'aime" parçasını paylaşacaktım. Yazı itibariyle ve şarkının sözlerinden dolayı daha iyi bir bütünlük sağlayacaktı belki de. Fakat mevzu bahis çello olunca "Je t'aime " şarkısından vazgeçtim.

14 Eylül 2011 Çarşamba

Kıssadan Hisse Zamanlar - 7

Işıkları kapatmıyordu çok zamandır.
Ezan sesiyle irkiliyordu bazı sabahlar.
Uykusu bir saati tamamlamadan,uyanıp bir daha dalıyordu uykuya.
Her birinde farklı rüyalar görüyordu hatırlamadığı.
Sabah ilk işi,
Işığı kapatmak oluyordu ve aynadaki suretin varlığını kontrol etmek.
Hep aynı mimiklere sahipti.
Sert ve kararlı yürürdü.
Ama tek bir ses ürkütürdü.
Mütemadiyen içinden konuşurdu, dışındaki sessizliğin tersine.
Bazen zaman kovalıyordu, bazen zaman onu.
Yakalasa zamanı kendi salıyordu da ipini,
Zaman onun kadar merhametli değildi.
Yakaladı mı canını acıtmadan bırakmazdı.
Alışkanlık denen mereti de bu sayede öğrenmişti.
Alışmıştı mesela acıtmasına.
Yüzüne vuran rüzgar misali, yürümeye devam ederdi.
Konuşurken kelimeler sırasız dökülürdü,
Ara sıra aklındakilerle karışırdı da farkettirmezdi.
Dinlerken düşler kurar, konuşurken orada olurdu.
Gününü, sadece o günmüş gibi yaşar,
Bir anda kararlar verirdi.
Gitmek,gelmek,affetmek,kovmak...
Ölmek dışında herşeyi.
Olmasa inancı,
Başını eğmeyeceğini bilse Tanrı karşısında,
Ona bile müdahale edebilirdi.
Tüm günü bir koşturma içinde bitirirdi hep.
Bittiğinde kendi bile şaşırırdı.
Döndüğü yer neresi olursa olsun,
Hep aynı sabahlara gebeydi günün sonu bilirdi.
Işıklar açık, bedeni yatak içinde kayıp.

*Bir anda ve şuan yazılan ve yarım kalan, kesik.
** Paylaşılan; Ezginin Günlüğü - Zerdaliler. Yine özel dosyasından.

13 Eylül 2011 Salı

Kıssadan Hisse Zamanlar - 6

***
Hayat, aldığın nefesle, karıştığın nefeste.
Kolay değil bazen, emin misin yürekte?
Bildiğin az gelecek bazen, bilmediğin yük.
Sonunda İbrahim gibi yanmamakta var ateşte,
Tebrizli Şems gibi aşk uğruna ölmekte.

( 10.09.11 01:03 )
***

* Tümer' le karşılıklı birşeyler karalarken çıktı bu cümleler. Daha da nicesi. Bir gün belki oturur düzenleriz de, kuvvetli bir öykü ya da deneme yazarız.

** Paylaştığım parçaya gelince; uzun süredir aklımda ama bir türlü paylaşamadığı, benim için de çok ama çok özel bir şarkı, "Kürk Mantolu Madonna". Aslında Neden Kürk Mantolu Madonna? Neden Maria Puder? temalı bir yazıyı hazırlayıp, arka fonunda da; benim gibi etkilenen bir grup olan Vera' nın parçasını da paylaşmam farzdı. Ki Vera bile yazılacak bir başka başlıktır. Tembellik yapmayı bırakıp yazmadığım için aşağıdaki videoyla kalsın şimdilik. İyi okurlar ve dinlemeler.
Vera' ya bir de Emir Bey eşlik ediyor.

9 Eylül 2011 Cuma

Zaman

Güneş terkederken kızıl kızıl şehri, şehir ışıklanıyor kendiliğinden bir yandan. Güneş batıp, ay aralarken kendini bulutların arasından, denize bir resim çerçeveleniyor. Ben, eski bir terasta olanları izliyorum bir çift gözle. Öncesinde eşlik eden bir çift gözü terk ettiğim anları anımsamaya geldiğim bu yerde, gözlerimi alan sahneye dalıp gidiyorum. Virane bir kalbi, umutsuz zamanlardan kurtarmak için koşar adım gelen bir arkadaş gibi yüzümü gülümsetiyor izlediklerim. Ama ne çare daha da çok düşündürüyor bir yandan da.İnsanlığın akıl erdiremediği bir çok şeyi çözecekmişsin gibi geliyor. Ama ne çare. Limitsizce kullanılan cümleler arkasına, ben de birkaç cümle ekliyorum. Zaman diyorum, sadece zaman.

Zamanı saklamak zor. Olanları tartmak, sıraya koymak daha zor.

Öyle bir zaman ki; Koşsan yetişilmiyor. Uyusan durmuyor. Sadece beklesen geçip gidiyor. Nefes almasan bitiyor.

Öyle bir zaman ki; her şeyi içinde saklıyor da, birkaç saniyeyi hatırlatıp, sadece o kadar yaşamış gibi hissettiriyor.

İnadına yaşanılan zamanlar var bir de elbet. Herkesin istemediği, senin bile kendine konduramadığın zamanlar. Kendinle savaştığın, gün ışığına çıkınca insanlarla savaştığın, battığında ise yine kendinle başbaşa kaldığın.

Yatağımda, başucumun tam tersi yönde oturdum loş ışığımda. Duvarıma astığım onlarca fotoğrafa bakıyorum. Hep bir başka haldeyim. Hep mutlu zamanlar seçmişim asmak için. Dalıyor gözlerim, mühürleyip saklamak mümkün olsa diye iç geçiriyorum. Hangisine? Seçmesi zor karar. Resmedilmiş bir anıya değil de; bir kelimeye, belki de bir notaya saklanmak en ölümsüzü. "Kendine adanan, bir sürü anı" gibi.

Hayaller işte. Şu an ne zamanı geri almak mümkün,ne durdurmak, ne de ileriye gitmek. O andan ibaret, geçmişle çevrili, gelecek kaygılı.


* Bir gece yarısı, yarım kalmaya mahkum kalan bir yazı. Tamamlamak istemedim belki de. Zamanla, derdim hiç bitmedi diye.
** Yeni Türkü' den Ağır Kapı; Şiiri gibi okumak ayrı bir zevktir. Bu şarkıyı yazmak ve bestelemek ayrı bir zanaat. Dinlemek ise zevkli ve anlamlı..

5 Eylül 2011 Pazartesi

Raif' e Haykırış..

"Raif, duyuyor musun sesimi? Kurtar beni. Gelmesem de, zorla çek götür beni. İçimdeki sadece bir zehir imiş. İdrak etmesi, anlatması zor. Sana yazdığım onlarca cümlenin yalan bir mürekkeple yazılıp, kaybolduğu gerçeğine kim inanır ki? Ben bile inkar ederken. Ama tutmuyor ellerim, taşımıyor ayaklarım vücudumu. Bir anda kayıp gidiyor zaman, gözlerimi perdeleyerek.İstemediğim fotoğraflar beliriyor gözlerimin önüne. Boğazıma yutamayacağım lokmalar sıkıştırıyor. Dilimden güzel dilekler yerine lanetler dökülüyor. Bedenim bile istemez oldu artık beni. Bir kaç beyaz önlüklü adamı istemiyorum yanı başımda. Seni istiyorum. Her nerdeysen, çık ve gel. Maria' nın bir kez daha tek ölmesine izin verme."

Paylaşmak gerekir. Sözleri "işte buydu anlatmak istediğim." der gibi. Bir de Emir Bey ve arkadaşlarından dinleyelim.Teşekkürler.

1 Eylül 2011 Perşembe

Kıssadan Hisse Zamanlar - 5

Rüya ve gerçek arası.
Bir yarım zorla uykuda, sussun diye.
Diğer yanım hep bir koşturma da.
Açıklama yok.
Sorgu yok.
İsyan yok.
Evet ya da hayır.
Herşeyimi elimden alıp, uzun bir uykuya bırakacaklar.
Korkuyorum herşeyin yasak olduğu, o inandıkları deliğe sokacaklar beni.
Ve hep aynı cümleyi söyleyecekler.
"Herşey iyi olacak."
Ve tek bir dilek, tek bir ağızdan gibi söyler gibi.
Duyuyorum.
"Yok olsun." nidalarını.
Yetecek mi peki?
Herşeyi düzeltecek mi?
Nefes almak için son denemeydi.
Son cümleydi bunlar.
Daha da tek kelime etmeyeceğim.
Gözlerimi açmayacağım.
Ellerimi saklayacağım.
Herşeyi yakıp, küllerini herkes gibi suya değil; lanete bulayıp, ahlarla kundaklayıp toprağa gömeceğim. Bilediğim ve bir daha gelmeyeceğim bu yeri, bir daha hiç hatırlamayacağım.
Onunla beraber olduğum son ana, sadece sessiz kalacağım.
Ömrümden ve bedenimden çalınanların hesabı sorulurken bir yerde,
Bıraktığım yerden devam edeceğim.

Gecikmiş bir cesetin kalan kokusunu, başka anılarla bastıracağım.
Kalabalığın arasına karışırken;gözlerim donuk, ellerim buz gibi, titriyor bedenim.

Kafamda mükemmel bir cinayeti böyle sonlandırıyorum.
Ama yine de korkuyorum...
Kaybettiğim inançlarıma, yeni inançlar sürecekler.
İğnelerin ucunda bir yaşama, mutuluk sakladıklarına,
Gözyaşlarımı bitireceklerine, bir çok şeye...

 

İçimdeki Fısıltılar - 5

 ___ Gölgeli bir güne güneş doğuyordu.  Ben de sabrımın en uçlarında uzunca bir yürüyüş yapıyordum. Öyle ki güneş arkamdan tepemi ve omuzlar...