28 Eylül 2010 Salı

Öylesine bir akşam.

Ruhunu kaybetmiş yada izne çıkarmış biri olarak yine o akşamlardan birini daha yaşıyorum. Zevk aldıklarımdan daha fazla haz alıyorum. Kitap okurken sevdiğim cümleyi tekrar tekrar göz gezdirmek yerine, sesli okuyorum. Kek yaparken yumurta beyazı ve şeker beraber çırpıp, kabarmasından, beyaz,parlak ve simli bir renge dönüşmesi izlemekten, etrafa yaydığı kokuyu en içime çekmekten. Sevdiğim şarkıyı kaç kere üst üste dinlediğimi bilmiyorum, eşlik ediyorum. Film izlerken figüran gibi olanları arkadan izliyorum. Yatağımın içinde gibi değil de filmin içindeymiş gibi. Bunun yanında halen sabahları gömmek istiyorum yastığa kendimi halen ama geçeceğini biliyorum. Güzel bir gün gibi. Yağmur sonrası bir akşam. Perdem sessiz, rüzgar vurmuyor. Kulağımda Skin' den Don't let me down. Yine başım düştü tüm bunları yazarken. Burnumda yazmamı perçinleyen o mürekkep kokusu, beynimde olanların dansı. Kafamı kaldırdım yanan tarçınlı mumun kokusu sarmış odamı, yanında koca şişe suyumla beraber. Üfledim muma. Sönüverdi hemen. Ayrılma vakti. Yaşadığım hayattan daha gerçek bir diğer aleme; rüyalara dönmek için bu veda. Asıl bu zamanlarda yapmıyor muyuz aynı anda iki işi birden. Hem uyuyup, hem de hiç bilmediğimiz yerlerde gezerek.

Skin - Don't let me down

27/09/2010 23:47

24 Eylül 2010 Cuma

Ruhum

Nasıl yapıyorum bunu bilmiyorum. Yine soyutladım kendimi. Beden bana ait halen, ve yine devam ediyor tüm organlarım çalışmaya. Ruhum başka yerlerde. Bekler oldu bedenim onu, donuk bir şekilde. Durmadan birşeyler olup duruyor.Yetişemiyordu artık. Ne yapması gerektiğini bilmediğini söyleyip dururdu zaten. Önceleri buruşturup, daha sonraları arkasında biriktirip devam ederdi hayatına, şimdiyse yok etmeye çalıyor sanırım bazı şeyleri. Matematiksel, tarihsel hatalar o kadar fazla ki. Ne, ne zaman, nerede oldu? Yanlış mı? Doğru mu? derken koca bir yumak ip, karıştı birbirine. Sıkıldı o da baya. Yalnız kalmak umarım iyi gelir ruhuma tabii ama çabuk gelse iyi eder, uykularım bölünüyor durmadan. Yarım yamalak cümleler kuruyorum, o da içimde. Karanlıktan korkan ben, korkmadan bekliyorum uykumun gelmesini. Yine aynı donuklukta. Biraz sinirliyim, gerginim. Kırıyorum bazen, izliyorum ya da. Ve saçma sapan kendi kendime dururken kırılıyorum. Emanet kurulacak hiçbir söze, hiçbir yemine tahammülüm yok. Kabul etti artık küçük beynim ve gereksiz büyük kalbim "o" denilen hiç kimse yok. Zor inandırmak farkındayım. Etrafımızda bize inandırılmış o kadar şey varken. Olmayan varlıklara değil mi zaten tüm aşkımız? Neyse, mantıklı(bana göre) cümle kurdukça yine kendimi kırıyorum nasıl olsa. Her şey bir yana ruhum gelse de yine saçmalasak birlikte. Sarılsam yine. Mantık dışı kalsa tüm cümleler, illegal olsa tüm düşünceler. Kandırılmaya hevesli bedenimle onu bekliyorum.Dön artık!

*Müzik candır.

22 Eylül 2010 Çarşamba

Eskilerden kalan


Kesilen cümleler, yarım kalan senaryolar, dökülmemiş gözyaşlarını bavuluna koyup, yola çıktı kadın.
Arkasına dönüp bakmak yoktu, sonuna kadar gidecekti tek başına kalacağını bile bile…
Böyle düşünüyordu herşeye rağmen…
Yaraları ağırdı,farkındaydı ki gittiği yerde hiçbirşey eskisi gibi olmayacaktı. dokunduğu ten güven vermeyecekti, ağladığında çocuk gibi sığınamayacaktı birine. Herşey bir yana o kokuyu nerde bulacaktı… her sarıldığında, her saçlarını okşadığında yüzüne vuran o koku… ellerinin arasından kayan bir hayat, savunmasız bir beden kaldı elinde… Bir hiç uğruna ölmek vardı yolun sonunda,tek başına kalmak… Ama düşündüğünde zaten hep yalnızdı.. Yola çıkarkende bu durumdaydı.Tekrar baştan başlayabilirdi,yapabilirim belki de yine dedi..
İç çekti önce,söylendi, kızdı kendince. Neden varolduğundan, neden nefes aldığına kadar sorguladı kadın hayatını ve içinin ta derinlerinde “Keşke ama keşke karşılaşsak. Sarılmak son bir kez belki de sadece görmek…
Neyse bitti işte” dedi.
Evine gitti kadın…
Perdelerini indirdi yavaşça. Tamamen kapanmasına dikkat etti, ışık içeri girip bütün günahları ortaya çıkarmasın diye. Yatağına gitti,uzandı,tavana baktı sanki heryerde o vardı, duvarlarda, bastığı yerlerde… Ve aradığını yastığına sarılınca buldu. Onun kokusu. Gözyaşları birden karanlığın verdiği cesaretle boşaldı.Yalnızlığı korkularını ürküttü,bütün içindekiler şahlandı bir anda. Kaskatı kesilmişti bedeni,sessiz çığlıklarla haykırdı. Yorgun düşmüştü bu sefer bedeni,dayanamamıştı bu dört duvar arasındaki savaşa. Yine de isyan etmek istemiyordu,o istemişti bu durumu. Boş bir gelecek için uğraşmamalıydı.
Zaman geçiyordu. Geçtikçe gevşiyordu vücudu. Başında hafif bir ağrı. Gözlerini kapatmak istemiyordu göreceklerinden korkarcasına. Gözlerini kapattığı anda kapılar açılıyordu birden, o geliyordu sanki. Nefesi kadar yakınında. Kaşları çatık, o hayır demesine engel suratı,derin izleri, masum gülüşü ve o her hissettiğinde titreten dokunuşu. Huzurla kaplanmıştı yüreği,rüya olduğunu bile bile. Birden kapı açıldı,irkildi kadın. Bir saniye önce rüyadaki insandı karşısındaki. Adam gerçekten de sinirliydi,yattığı yerden adamın eşyalarını toplanmasını,kendince söylenmesini izliyordu kadın. O kendini hazırlandığı sona nekadar yakın olduğunun farkındaydı. Durdurmak için hiçbirşey yapmadı, o da biliyordu beraber olamadıklarını,yapamadıklarını ve en kötüsü olamayacaklarını. Adam herşeyini toparlamış kapıya doğru giderken kadın ayağa kalktı sanki filmin sonunun ne olacağını merakeden bir seyirci gibi. Kapıyı büyük hırsla tekrardan açan adam yine aynı hırsla dönüp son kez göz göze geldiklerinde, ufacıkta kadar bir umut vardı içinde. Son hatırladığı hatıra da o oldu zaten. Ve ardında kalan tek ses kapının yarattığı yankı oldu. İçinden büyük bir çığlık kopmuştu “gitme” diye ama çok geçti. Tekrar yatağına yöneldi. Uzandı,sarıldı çarşafına,derin bir nefes aldı içine çekti kokuyu. Tek başınaydı, sonsuz bir huzursuzlukla. Anlamıştı ki her zaman da böyle olacaktı.

Yanında sonsuza kadar kalacak olan tek şey yine yalnızlığı olacaktı.

17 Eylül 2010 Cuma

Kartlar



Masada dağılmış kartlar. 
Yavaşça gelip toparlıyorsun kartları düşünceli bir şekilde.
Aklında sürüyle yapmak istediklerin. 
Kartları açıyorsun bugüne dair. 
Bilinmezliğe gidiyor her kart. 
Açtıkça ya sevinip ya üzülüyorsun . 
Elinde kartlar. 
Bakalım sonunda ne var?





7 Eylül 2010 Salı

Benzemez Kimse Sana

Geçen gün farkettim, yeni paylaşıyorum.

Şu sıra iş de fazlaca yoğun olmamız algılarımı kapattı dış dünyaya. Sadece müziğe duyarlıydım hatta. Geçen sabah 8'de Dolores dinleyesim geldi. Human spirit ' i dinlerken farkettim ki bizim Atiye ' nin Muamma parçasının müziğiyle ne kadar da benziyor. Yoksa??

Neyse biz orjinal olanı dinlemeye devam. Atiye' de yapmış ama hani.

Dolores O'Riordan - Human Spirit

Atiye - Muamma

Sevgiler,

6 Eylül 2010 Pazartesi

Araf - Mor ve Ötesi

Mor ve ötesi ' nin son albümü olan "Masumiyetin Ziyan Olmaz" dan çıkan "Yorma Kendini" klibinden sonra bence albümün en bomba şarkısı olan "Araf"  a da klip geldi sonunda. Sırada ki bir de "Kara Kutu" olursa deymeyin keyfime.

İzleyelim, Görelim.

*Dün Beyoğlu 'nda gezinirken MVÖ' ye bir iyilik yapıp "Festus" a klip çekebileceğimizi farkettik. Nasıl olsa lacivert giyisililer hep orada.Bizleri korumakta.Ve farklı olmadığımız sürece sorun yok değil mi?

1 Eylül 2010 Çarşamba

Mine Vaganti - Serseri Mayınlar

Ferzan Özpetek' e ait güzel filmlerden biri daha. Uzun zaman önce Beyoğlu AFM de izlediğim, izlerken de zevk aldığım film olan Mine Vaganti' yi izlemek gerek diye düşünüyorum. Film, makarna üreticisi olan bir ailenin içinde yaşanan olayları anlatıyor. Homofobik bir gencin ailesine bu durumu açıklamaya çalışma durumundan tutun, aile içerisinde  aile için süpriz olacak başka durumları, dram ve mutluluk kokan bir sürü sahne barındırıyor.Oyuncuların her karaktere "cuk" diye oturmasıyla film bir çırpıda izleniyor. Hatta bitmese keşke diyorsunuz. En güzeli ise Akdeniz havasını burnunda hissetmek oluyor. (Benim gibi özlem kokulu izliyorsanız bir de.)

Kısaca, serseri mayın gibi devam ettiğimiz hayatımıza farklı sahnelerden bakmamıza yardımcı bir film.  İzlemeli, özellikle de Ferzan sevenler öncelikleri arasında olmalı. Fragman ,oyuncuları en güzel tanıtıma sahip olan sitesi; http://www.minevaganti.net/mine.html

Bloga yazma nedenimse bol spoilerlı yazı yerine yine ve her zaman ki gibi filmin müziklerinden bahsetmek. Film içerisine Pink Martini 'yi tutun, Nina Zilli'yi, finali de Sezen Aksu' yu almıştır -ki beni de benden almıştır.- Beni tanıyan bilir. Sezen Aksu' yla o Ferzan filmlerinden fırlamış o büyük masada sohbet etme hayallerim vardır." Nasıl yazıyorsun böyle? Nasıl izin vermesek bile bu kadar içimize dokunabiliyorsun?" la başlayan bir sürü ama bir sürü sorular hem de. Sonuç olarak; izlenip, sonrasında bol bol dinlenesi bir film işte kendisi. Yağmur düştü İstanbul' a , benim de dilime Sezen' in "Kutlama" şarkısı düştü sabah sabah şemsiye altında. Servise geç kalma sebebimi buradan açıklayıp, veda ediyorum.

Sırasıyla şarkıları dinlemek için;

Nina Zilla - 50 Mila
Pink Martini - Una Notte A Napoli
Sezen Aksu - Kutlama

Ve bonus olarak;

Radiodervish - Yara

İyi bir gün olsun...

İyi seyirler, iyi dinlemeler...

* Ne şarkıymış. Sabah sabah bu filmi paylaşma ve yazma gereksinimi uyandırdı.

İçimdeki Fısıltılar - 5

 ___ Gölgeli bir güne güneş doğuyordu.  Ben de sabrımın en uçlarında uzunca bir yürüyüş yapıyordum. Öyle ki güneş arkamdan tepemi ve omuzlar...