4 Aralık 2010 Cumartesi

İzmir tatilinin bitişine doğru...

İzmir zamanlarım şu 1 hafta.
Uzaklara arkadaşımı gelin olarak göndermenin hüznü yaşanıyor bir süre. Sonra İzmir' e geliyorum. Çocuk masumluğunda yaşanacak kadar kolay düşünüyorum. Var - yok , başla- bitir. Net olamadığım, kendimi birşeye adapte etme zorunluluğum yok. Hatta mutlu etme zorunluluğum yok. Bunu zorunluluk haline getirdiğimin farkına vardığımda da böyleydim. Kendiliğinden güzel herşey. Koca bir güneş parıldıyor, yakıyor tenimi. Karanlık çoktan aydınlık olmuş. Kurduğum cümleler var geçmişe dair, sorulara cevap olsun diye o da. Fazla değer verdin, belliydi tavırlardan gibi cümleleri dinlemekten azıcık sıkıldım ama gülüp, espri yapıyoruz artık. Hakedilen duygular dileniyor, karşı taraf anlatmaya başlıyor. Neler yaşanıyor neler? Kordon şahit oluyor. Akşam oluyor, eve gidiliyor. Güzel bir aile ve küçük bir beden size bir sarılıyor herşey unutuluyor.

Olabilecek en güzel zamanlardan bir haftasını yaşıyor duruyorum. Melankolik cümleler dönüyor gibi aklımda ama kalemim sanırım tükendi burada. Denize karşı sıcacık  bir çayla ya da soğuk bir birayla bile yazılan cümleler belli. Gecikmiş ve geçmiş kızgınlık sadece.

Bu yazı neden peki? İçimden gülüyordum olanlara, baktım yansımam da gülüyor. Neden paylaşmayayım dedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İçimdeki Fısıltılar - 5

 ___ Gölgeli bir güne güneş doğuyordu.  Ben de sabrımın en uçlarında uzunca bir yürüyüş yapıyordum. Öyle ki güneş arkamdan tepemi ve omuzlar...